Basorexia
- corvinaecorvus
- 7 May 2022
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 4 Oca 2024
Karga
07 Haziran 2021

Elbette ki herkesin aşkı tanımlayışı farklıdır. Bu farklılık da doğaldır çünkü herkes kendi benliğini oluştururken farklı süreçlerden geçiyor zaten bu yüzdendir ki ben burada aşkın tanımını yapmayacağım zira aslında hiç özel olmayıp çok özel bir şekilde yaşanan bu duygu ile ilgili kimsenin kimseye ahkâm kesmesi pek de mantıklı olmaz. Bununla birlikte insanlığın, ölüm kadar ortak bir sancısı varsa o da aşktır, hadi sevgi diyelim buna ki daha genel olsun. Peki, ne ola ki bu aşk? Farklı disiplinlerde farklı tarif etmek mümkün; bir psikolog bu durumu bir obsesyon olarak tanımlayabilirken bir biyolog bu durumu vücuttaki kimyasal değişimler ile açıklamaya çalışabilir, her ne kadar bu iki tanım kesişiyor olsa da. Evrimsel bir bakış açısı ile yaklaşıldığında da bu durum doğanın, halihazırda diğer canlılara kıyasla prematüre doğan insan yavrusunun sağlıklı gelişimi için oluşturduğu bir mekanizmadır. Şunu da hatırlamak lazımdır ki her ne kadar birçok davranışımızın temelinde doğa durumundan getirdiğimiz içgüdü ve dürtüler olsa da ve insanın evrimi, teknolojinin gelişimi kadar hızlı olmuyor olsa da, o zamanın şartları ile aynı durumda değiliz. Aksi takdirde insanı sadece içgüdülere indirgemek de medeniyetler, kültürler, dinler ve cart curt gibi oluşumların kavramsal olarak boşa çıkmasına neden olur. Eğer edebiyat bunu nasıl tanımlamış diye bakacak olursak, nasıl tanımlamamış ki… Oytun Erbaş’ın tanımıyla ‘’çok sevdiğin kuru fasulye’’ olan bu duygu durum her insanda benzer şeylere yol açar elbette ancak düşünsel olarak birisine âşık olup olmadığınızı nasıl anlarsınız? Benim kafa yapım, daha önceki yazılarımdan nasıl anlaşılıyor tam olarak bilmiyorum fakat çevremdeki edebiyatçılar arasında çok deterministtik kaldığımı söylemem mümkün, bunu onlar da diyor zaten. Ancak kişisel olan konularda verdiğim kararların çoğunun temelindeki motivasyon sezgilerim olmuştur. Bunu tavsiye ediyorum gibi anlaşılmasın… Aynı şekilde, benim hem sezgicilik anlayışımda hem de dil felsefesine bakışımda duyguların dil ile ifade edilmesi bir yere kadar mümkündür. Her ne kadar bu konuda farklı tahminler olsa da dil, bir insan icadıdır, sınırları vardır çünkü insanın düşüncelerinin sınırları vardır. Tam da bu nedenden dolayı duygularını tarif etme konusunda hissiyatları birbiri ile bağdaştırmayı, konuşarak açıklamaya kıyasla daha etkili buluyorum. O kişinin gözüne mükemmel görülmesi falan da değil olay. Öyle aşırı romantize etmeyi de sevmem zaten. Âşık olduğumun ya da ufaktan olmaya başladığımın en büyük ifadesi, o kişinin yanındayken bulduğum anlamsız huzurdur benim için. Bunu söyleyince sanki herkese aşık oluyormuşuz gibi gelebilir ancak zaman zaman birden gelen o heyecanın verdiği huzurdan bahsetmiyorum, farkındalığının aktif olduğu bir zamanda gelen anlam veremediğim bir huzur bu. Sonraki güne teslim etmen gereken sınavın varlığından haberdarsın, eve geldiğinde yapman gereken bir sürü iş olduğunun da farkındasın, ay sonunda ödemen gereken krediyi, faturayı vs. de hatırlıyorsun, varoluşsal kaygıların zaten dinmiyor. Kısacası hâlihazırda var olan ya da olabilecek tüm sorumluluklarının farkındasındır ancak yine de onunla olduğun zaman bunları unutmamana rağmen umursamazsın ya, işte onun gibi bir his. Tamamen yokluktan gelen o konfor alanı. Artık siz bunu neye benzetirsiniz orasını bilemem ancak benim için kalbin dudaklarında atarken heyecanını sevdiğin insanın dudaklarında söndürmek gibi bir his… Elbette bu hissi daha güzel kılan şey ise farkında olmak; sana gereksinimi olmadan seni isteyen, sensiz de olabilecekken senin ile olmayı seçen, kendi olmasını seninle olmaya bağlayan kısacası kendi olarak sana gelen,[1] senin olmayı değil de seni hayatına katmayı isteyen sevgilinin farkında olmak ve bunları bilerek, bunları bildiğin için onu sevmek…
[1] En ayrıcalıklı hislerimin ifadesine sebep olan Oruç Aruoba’ya sonsuz teşekkürler.
Comments