top of page

Dövüşmen Guzum

  • Yazarın fotoğrafı: corvinaecorvus
    corvinaecorvus
  • 22 Nis 2022
  • 8 dakikada okunur

Karga

12 Nisan 2022


Maskeli Beşler - Adınız Aziz mi?
''Adınız Aziz mi?''

Uzunca bir süredir yazmayı istiyordum bu yazıyı ancak gerek kendimi gerekse hayatımı toparlayamadığım için bir türlü fırsat bulup yazamamıştım. Rusya-Ukrayna gerilimi ile örnekleyerek yazmak nasipmiş… Yazımın temel tartışması askerlik sisteminin varlığı olmakla birlikte, bu konu ile alakalı olarak çok fazla ezbere söylenmiş şey olduğunu fark ettim. Tam da bu yüzden, değineceğim noktalar ilk bakışta katılmayacağınız hatta belki hoşunuza gitmeyecek noktalar olabilir zira insanların idealleri nadiren gerçeklerle örtüşür. Hoşunuza gitmeyebilir demişken, militarizmden bahsedelim… İlk olarak şunu belirteyim ‘’len yoğsam bu anuğa ğoduğum gargası militarist mi?’’ vb. isyanlarda bulunmadan önce militarizmin ne olduğuna ufaktan bir açıklama getirelim. Militarizm, sadece ‘’bir orduya sahip olmak’’ anlamına gelmez. Militarizm sadece ordu teknolojisi geliştirmeye önem vermek anlamına da gelmez. Bir ülke pek tabii güçlü ve büyük bir orduya sahip olup militarist olmayabilir, Türkiye buna bir örnektir. Militarist ülkelerde ordu, ülkenin her alanına dâhildir ve sadece dâhil olmakla kalmaz aynı zamanda her alanı da domine eder. Yani ekonomi orduya göre şekillenir, ülke politikaları orduya uydurulur, demografi orduya göre derlenir, teknoloji ordu ve ordu ile alakalı olabilecek alanlar üzerinden ilerler ve gelişir, eğitim de aynı şekilde ordu ile paraleldir. Diplomaside kullanılan yegâne güç de askeri güçtür tam da bundan ötürü sık sık savaşın yüceltildiğini görmek mümkündür. Tarihte Nazi Almanyası, İtalyan Sosyal Cumhuriyeti, Japon İmparatorluğu gibi devletler militarist ideolojiler izlemiştir ve bununla birlikte Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Çin Halk Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletlerinin militarizm içeren politikalar izlemişliği de vardır. Bugün ise dünyada Kuzey Kore dışında kalan ülkeleri net olarak ‘’militarist’’ şeklinde adlandırılabilmek çok da mümkün değildir ancak ABD ve Rusya Federasyonu hala birtakım militarist politikalar uygulamaktadırlar. Dolayısı ile ordunun ve askeri harcamaların bulunması gayet doğal ve sakıncalı olmayan bir durumdur.


Militarizmin mantığından hasbelkader bahsettiğimize göre konunun merkezine dönelim; askerlik. Özellikle sosyal ortamlarda askerlik ile alakalı bin bir çeşit eleştiri duymanız mümkün; çok saçma, vakit kaybı, hayatıma engel, ne gerek var, kadınlar da askere gitsin, bedelli çıkacak mı, neden pipim var diye bedel ödüyorum vesaire… Bu eleştiriler ile alakalı en büyük sıkıntı insanların bu konuyu bireysel pencerelerden ele almaları hâlbuki konu bireysel değerlendirmelerden ari bir halde, adı üstünde ‘’ordu’’, bireysel silahlanma değil…


Peki, neden erkekler savaşıyor ya da kadınlar hiç savaşmıyor mu?

Toplumlar var oluşlarını erkeklerinin harcanabilirliği üzerine kurmuştur devamlılıklarını ise kadınlarını muhafaza edebilme becerisi üzerine. Yani herhangi bir kriz durumunda devlet açısından asıl gözden çıkartılabilecek güruh erkeklerdir. Bununla birlikte kimse ''kadınlar asla savaşmıyor/savaşamaz'' demiyor nitekim hem tercih olarak hem de verim olarak erkeklerden savaş durumunda daha çok faydalanıldığı gerçeği var. Burada bahsettiğim şey aslında çok temel biyolojik farklılıklar sonucu oluşan kriz durumu cinsiyet rolleri, yani kimseye aleni bir saldırı yok ancak tabi ki feminist olduğunu öne süren ancak ‘’kadınmerkezci’’[1] bir şekilde konuya bakmaya çalışanlar yine kendi kendine triplere giriyor. Zaten dünyada askerlikten madenciliğe kadar insan feda edilen her iş erkekler tarafından domine edilir fakat bu erkeği "ezmek" olmaz ancak maddi-manevi yüksek risk taşıyan ve ona göre yüksek getirisi olan işler erkekler tarafından tercih edilince bu "ücret adaletsizliği" olur. Bunun en vasat şekli de tarihteki kadın savaşçılardan örnek vermeleri; arkadaşlar, bir fikri istisnalar üzerinden savunursanız o fikri yüceltmiş değil aksine yermiş olursunuz çünkü bahsini ettiğiniz durumun ancak istisnalar sonucu var olabildiğini ima eder konuma gelirsiniz. Olay şu; kadınların cephede bulunmak ya da bulunmamak gibi bir seçeneği var, söz konusu vatan savunması olduğu zaman erkeklerin böyle bir tercihi yok. Bunu da bir şikâyet olarak belirtmiyorum çünkü rasyonel olarak bakınca gerçekten savaşta kadına kıyasla erkeği öne sürmekte bir yanlışlık olduğunu da düşünmüyorum lakin durum bu. Konunun ardındaki argümanlarım insanın evrimine ve medeniyetlerin oluşumuna dek uzanır nitekim yazımızın konusu bu değil.



Pekâlâ, ancak geçmişte böyle gerekmiş olması günümüzde de böyle olacağı anlamına gelmez, zorunlu askerlik yerine direkt profesyonel orduya geçilmeli kadın-erkek fark etmeksizin. Değil mi?

Bakın bu çok ezbere bir söylem. Askerliğin zorunlu ya da profesyonel olması ülkelerin bir tercihidir. Zorunlu askerliğin olduğu ülkelerde yeni erişkin erkekler askere alındığı için ekonomik gelişim yavaşlar çünkü bir erkeğin askere gitmediği takdirde sağlayacağı katma değer askerliğini yaparken gerçekleşemez yani bir vatandaşın katma-değerini geçici olarak kaybetmiş olursunuz bunu ülke çapına vurunca daha kritik oluyor elbette. İnsanlarının belli başlı bazı planlarının önüne geçebilmesi ve dolayısı ile insan ilişkilerine zarar verebilme ihtimali, fiziksel ve psikolojik olarak zorlayıcı olması ile birlikte herkesin bu şartları kaldırabilecek kapasiteye sahip olmaması da diğer negatif faktörlerden bazılarıdır. Nitekim bu faktörler daha bireysel olduğu için toplumsal bir mekanizma olan askerlik nezdinde daha minimal bir öneme sahip oluyor zira bir ordunun varlığı bireylerin varlığından çok toplumun varlığının garantilenmesi üzerinedir. Profesyonel askerlik için de şöyle bir sıkıntı vardır; herhangi bir kriz durumunda kullanabileceğin kalifiye vatandaş sayısı azdır ancak zorunlu askerliğin olduğu ülkelerde ''milis'' dediğimiz vatandaş-asker mekanizması vardır ve hem sayısı fazladır hem de verimi. Verimi fazladır çünkü orada kullandığım ‘’vatandaş-asker’’ tanımı aynı zamanda bir terimdir. Vatandaş-asker, savunduğu toprak kendi toprağı olduğu için daha verimli savaşır ve bunun karşılığında da yönetimden sosyal haklarını isteme hakkına sahiptir. Antik Roma’nın demokrasiye geçişinin ardındaki en önemli faktörlerden birisi budur; kimin savaştığı kimin yönettiği ile direkt alakalıdır zira savaşan adam hak sorar. Ben bunları söyleyince ‘’profesyonel asker de bu vatanın askeri değil mi?’’ sorusu gelebilir akıllara ki bu çok normal. Elbette öyle ancak burada bahsetmek istediğim şey zorunlu askerliğin, yapan insan için bir angarya olmaması gerektiği durumudur bununla birlikte geniş kitlelerin ordu içerisinde kısa süreli olarak ıslah edilmesi toplumsal bütünleşme açısından da fayda sağlar. Bu, toplum içerisindeki farklı sosyokültürel ve sosyoekonomik sınıflardan olan insanların da birbirini tanıması için fayda sağlayan bir durumdur. Bunların yanında bireysel getirileri olduğunu da unutmamak gerekir tabi. Bunun doğrusu yanlışı yok yani, ülkenin tercih meselesi. Finlandiya, İsrail, İsviçre ve Avusturya gibi gelişmiş ülkelerde zorunlu askerlik olmasının da yegâne sebebi budur; bir tehlike durumunda yüksek aktif asker sayısına sahip olmak ve milis gücünü kullanabilmek. Bu, ülkenin kendisini ve/veya çevresindeki ülkeleri tehdit altında hissetmesi ile alakalı bir durumdur. Türkiye özelinde konuşursak, ben zorunlu askerliğin varlığını destekliyorum nedeni ise malum...


Biz bu erkekleri alıp 6 aylık bir askeri eğitime sokuyoruz ancak bunlar 6 ayda ne kadar şey öğrenebilir? Evet, bir yere geliyorlar sonra bunlar bitiyor yenileri geliyor. Böyle acemi birinin cephede yarardan çok zararı olmaz mı? Milis güç konusunda da ruhsatlı bir şekilde bireysel silahlanmanın ve silah eğitiminin olması daha mantıklı olmaz mı?

Acemi birinin cephede yararından çok zararı olabileceği düşüncesi çok da zayıf bir varsayım değil açıkçası. Özellikle ülkemizin yaşadığı doğal afetleri ve afet sonrasında yapılan çalışmalarda iyi niyet ile sahayı dolduran onca kalifiye olmaktan uzak insanın yarattığı kaosu ve bu kaosun profesyonellere olan etkisini hatırlayacak olursak ciddi bir sıkıntıdan bahsediyoruz. Ezcümle ''acemi adam ele ayağa dolaşır'' mantığı yani. Buraya kadar her şey güzel ama zaten askerde asıl öğretilen şeylerin arasında askeri ortama uyum sağlama becerisi var. Yani komando eğitimi falan almıyorsa hiç kimse gidip müthiş bir savaşçı olarak dönmüyor zaten ki amaç bu değil. Amaç tam da bu kargaşa sorununun üstesinden gelmek. Ayrıca askerlerin sürekli bir sirkülasyon içerisinde olduğunu hesaba kattığımız zaman herhangi bir tehlike durumunda ülkenin savunmasında taze eğitim görmüş asker bulundurması da cabası. Bireysel silahlanma konusunda da eğer İsviçre gibi bir ülke olsaydık çok da sıkıntı olmazdı zira orada silah kültürü var ancak silahlı suçlar yaygın değil. Bizde silahlanma yok ve ateşli silahlarla işlenen suçlar, yaralama ve öldürme vakalarının çoğunu oluşturuyor. Bununla birlikte Emniyet genel Müdürlüğü’nün 10 yıllık istatistiğini barındıran raporuna göre silahla işlenen suç sayısı 25.547 iken ruhsatsız silahla işlenen suç sayısı 159.123, yani aşağı yukarı %87’si ruhsatsız silahlarla işlenmiş. Yani siz yasa çıkartmasanız da insanlar silahlanıyor zaten ve silahlanmanın sonucu da bu… En medeni çözüm devletin polisinin müdahale etmesidir zira eğer biz bir hukuk devleti isek herkesin kendi adaletini yazmasına izin veremeyiz. Ki zaten devletin temel mantığının bu olduğunu ve büyük anlamda bunun için vergi verdiğimizi de unutmayalım.[1] Kültürel bir mesele olduğu için, bunu istiyor olsam da onaylayamıyorum. İsterim çünkü yanında fazladan bir güvencenin var olduğunun bilinci ve hissi elbette rahatlatıcı bir şey. Onaylayamıyorum çünkü ben, insanların özünde kötücül (yani direkt ‘’kötü’’ değil de kötülüğe meyilli kimse) olduğunu düşünüyorum. Hobbes bu durumu Leviathan’da ‘’insan insanın kurdudur’’[2] diyerek açıklamış. Tam da bu yüzden diyorum ki insanlar, ellerine güç geçtiği zaman kullanmaktan çekinmezler zira insanların pek azı bu erdeme sahiptir.


Fakat ruhsatsız da olsa silahlanıyor insanlar o halde bunlara karşı kendimizi nasıl savunacağız? Hukuksuz bir tehide karşı hukuki bir tehdit ile kendimizi koruyamaz mıyız?

Öncelikle silah bulundurma ruhsatı ile taşıma izni arasında fark var. Siz silah ruhsatı alıp evinizin bir köşesinde silah bulundurabilirsiniz ancak kamuya açık alanda taşıyamazsınız. Bunu yapabilmeniz için muhtar, kuyumcu, milletvekili, arıcı vb. bir iş yapıyor olmanız lazım ki taşıma izniniz olsun. Meslek gereği silah taşıması gerekenleri elbette dillendirmiyorum onlar ayrı bir konu. Ayrıca tamamen pragmatik bir yolla bunu onayladığımızı düşünelim, Amerika Birleşik Devletlerinde birçok farklı kurum ve kuruluş etki-tepki hızı ile alakalı testler yaptı ve bununla alakalı birçok türde metin hazırladı, çoğunu Google Scholar’ın arama motoruna yazdığınız zaman bile kolayca elde edebilirsiniz. Kendinizi, eliniz tetikte bir şekilde silahınızı saldırgana doğrultmuş bir halde hayal edin ve buna karşılık saldırganın sadece eli silahında bulunuyor; doğrultmamış ve parmağı tetikte değil. Her testte, her zaman o saldırgan sizi vuracaktır zira siz kendinizi savunma niyetindesiniz ancak o direkt agresyonu (etki) başlatan kişi. Refleksleriniz ne kadar kuvvetli olursa olsun etki, sizin vereceğiniz tepkiden çok daha hızlı olacaktır ki zaten birçok silah şirketinin yaptıkları deneylerde saldırgan, polisi tepki veremeden önce 2-3 kez vurabiliyor. Test sırasında denemeler arttıkça polisin hızı da artıyor ancak en hızlı olduğu zamanda bile etkinin önüne geçemiyor ki tahmin edebileceğiniz üzere gerçek hayatta böyle bir ‘’deneme’’ şansınız olmayacak ve aynı zamanda hiçbirimiz günlük yaşantıda kendimizi böyle bir şeye hazırlayarak yaşamıyoruz yani daha da geç reaksiyon vermeniz muhtemel. Yani diyeceğim o ki; bireysel silahlanmanın önünü açtık ve hakikaten elindeki gücün kontrolünü bilen insanlar silahlarını kuşanıp kendilerini korumaya aldılar, o zaman bile kendilerini koruyamayacaklar çünkü saldırgan daima önde gelecek. Bana katılmıyor musunuz, fikrinizi bilime anlatın…


Elbette hâlihazırda görevi ‘’Asayişi amme, şahıs, tasarruf emniyetini ve mesken masuniyetini korur. Halkın ırz, can ve malını muhafaza ve ammenin istirahatini temin eder. Yardım isteyenlerle yardıma muhtaç olan çocuk, alil ve acizlere muavenet eder. Kanun, Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ve ilgili mevzuatın kendisine verdiği vazifeleri yapar’’[3] şeklinde tanımlanmış bir meslek grubumuz var hatta bir bu insanlara ‘’polis memuru’’ diyoruz. ‘’Fakat yeterli olmuyor ben kendimi güvende hissetmiyorum’’ diyorsanız burada çözülmesi gereken çürümüş olan bürokrasidir, insanların silah arzı değil. Tüm bu olan bitenden daha zırva bir şey varsa o da ‘’ulusal güvenlik’’ meselesine çözüm olarak ‘’bireysel silahlanma’’ gibi bir alternatif sunulması. Hani bir iç güvenlik meselesi ile alakalı bunu deseler yine saçma ama en azından bir mantığı var dersin fakat durum öyle de değil, askerlik konusundan buraya gelmek gerçekten çok garip. Evet kesinlikle, bir savaş durumunda saldırıda bulunan adamın tankına tabanca ile ateş edip durdurma fikri bence de çok mantıklı.


Bugünün dünyasında orduya ne gerek var yahu, dünyanın bilimsel ve sanatsal şeylere daha fazla yatırım yapması lazım. Ayrıca devlet neden benim cebimden çıkan para ile ordu kuruyor, bana sordu mu?

Ah benim iyi niyetli, dünya barışına inanan, kalbi güzel okurum… Senin ben kafanı sikeyim. Uluslararası politikada ‟security dilemma’’ yani ‟güvenlik ikilemi (çıkmazı)’’ dediğimiz bir durum vardır. Çok basit bir şekilde açıklayacak olursak; bir ülke, diğer bir ülkeyi tehdit olarak algılar ve bundan ötürü, gerektiğinde kullanabilmek için silahlanır bununla birlikte karşı ülke de bahsi geçen ilk ülkenin silahlanmasını bir tehdit olarak algılar ve bundan ötürü o da silahlanır. Böylece iki taraf da birbirini tehdit algılayıp silahlanmış olur ve tam da bundan ötürü birbirine saldırmazlar çünkü iki taraf da silahlanmıştır. Kısacası iki tarafın da savaş hazırlığı yapmış olması savaşın çıkmamasına sebep olur. Yakın geçmişte dünyada büyük boyutta savaşların çıkmamış olmasının temel sebebi de budur; herkesin sallayacak sopasının olması. Yani ‘’benim cebimden çıkan vergi’’ ile yine beni koruyor bu ordu. Ben istemez miyim para bilime ve sanata aksın? Ancak idealler ve gerçekler nadiren örtüşür. Ha bir de ‟nükleer caydırıcılık’’ diye bir kavram var ve bunu çok küçük bir örnekle anlayacaksınız; Rusya ve Amerika tarihte hiçbir zaman birbiriyle savaşmadı…


Kısacası barışın var olabilmesi için herkes savaşa hazır olmalıdır çünkü günün sonunda bu dünyada her ülke kendi kaderini merkeze koyarak hareket eder tam da bu yüzden hiçbir zaman savaş için can atmamalı ancak bunun için her zaman hazır olmalıyız. Barış, modern toplumun çizdiği bir ütopyadır, savaş ise dünyanın kanlı gerçeğidir, sevsek de sevmesek de... Ve bu gerçeklik içerisinde hayatta kalmak istiyorsak buna uyum sağlamalıyız zira gerçekliği değiştirmek, en azından bu konuda bizim kudretimizi aşan bir şey.



[1] Janda, Kenneth, et al. The Challenge of Democracy: Government in America. 3rd ed. USA, Houghton Mifflin Harcourt Publishing Company, 1992, pp. 5–31. Kitabın birinci bölümü içerisinde olan bu sayfa aralığı içerisinde devletin ortaya çıkışı ve temel fonksiyonları ve daha sonrasında edindiği özellikler üzerine kayda değer araştırmalardan bahsediliyor. Konuyu daha da iyi anlamak isteyenler için ek olarak; Thomas Hobbes – Leviathan. [2] Orijinali ‘’homo homini lupus est’’ olan bir Latin atasözü. [3] 2559 PVSK Madde 1 – (4.7.1934) [1] Bkz. Gynocentrism

תגובות


Fikir ve görüşleriniz için...

Gönderiminiz için teşekkürler!

İnsan, anılarda yaşar.

bottom of page