Görünmez Bıçaklar: İnsanlar Neden Sinsice Davranırlar?
- corvinaecorvus
- 15 Ağu
- 10 dakikada okunur
Karga
15 Ağustos 2025

Yazının konusu, başlığından müsemma… Klasik olarak neden bu konuyu işlediğim sorusuna cevap vereyim ancak öncelikle belirteyim ki böyle bir yazı yazacağımı tahmin etmezdim. Şimdi, bu dâhil olmak üzere son iki yazımda da aynı şeyi dedim ama hakikaten tahmin etmezdim. Hoş, bu yediğimiz ilk kazık değil. Lakin ben ne oldu, neden oldu, kim, ne yaptı muhabbetlerine girmek istemiyorum zira ben konuları şahıs bazlı değerlendirmeyi sevmiyorum zira insanların davranışları genelde kendilerinden kaynaklanmıyor, kolektif bir davranış paterninden geliyor. Durum böyle olunca şahıs bazlı gitmek de bence biraz yavan kalıyor. Anlayacağınız üzere yakın geçmişte biraz nahoş durumlar yaşandı, anormal bir durum değil ancak ilk defa bu kadar organize bir hıyanet içerisinde kendimi buldum. Gardım da düşüktü, yalan yok zaten en büyük sıkıntı da buydu. Ben de düşündüm; insan neden kalleşlik yapar? Böyle davranan insanın kötü olduğu varsayımına dayanarak hareket etmek işin en kolayı lakin insanların davranışları nadiren bu kadar tek boyutludur. Düşündüm, düşündüm, düşündüm… İşte bu yazıda da bu süreci göreceksiniz zira gerçekten ama gerçekten farklı sebepler bulmaya çalıştım, şeytanın avukatlığını yapmaya çalıştım ‘’ulan belki ben bir şeyi kaçırıyorumdur’’ diye mamafih durum böyle değil. Gelin de şu soruya nasıl bir cevap bulduğuma bir göz atalım.
Ben buraya beynimi kusarken öncelikle soruyu nasıl sorduğuma bakalım en sonunda ise felsefi bir vuruşla hepimizin ortak noktasına bağlayacağız yazıyı. Normalde dijitalleşmenin buna etkisini de ele alacaktım ancak hâlihazırda bunaltıcı bu konuda haddinden fazla bilgi boca etmek istemiyorum kafanıza. Lakin yakın zamanda bu yazıya ek olarak onu da yazacağım çünkü şu dijital iletişim nefret ettirdi artık… Neyse, konumuza dönelim; neden bazı insanlar sorunlarını veya rahatsızlıklarını direkt konunun muhatabına söylemez de o kişinin arkasından iş çevirir? O kişiyle alakalı söylenmemiş bir rahatsızlığın olabilir ancak buna yönelik bir eylemde bulunmak, başkalarına bunu dillendirmek yani sinsice iş çevirmek neden olabilir? Bunu rasyonalize edelim, net ve gerekirse sertçe. Aklıma gelen sebepler şunlardı;
Yüzleşme kaygısı ve güven eksikliği (Korkaklık),
Güç ve kontrol ihtiyacı (Egemenlik arzusu),
Makul gerekçe yaratma (Öz-haklılık illüzyonu),
Statü ve sosyal sermaye peşinde koşma (Prestij hırsı),
Yetersiz iletişim becerileri (Acziyet),
Sahip olunan sosyal dinamiklerden güç alma (Fırsatçılık),
Öncelikle bu maddeleri tek tek ele alalım sonra da ‘’gerekçeleri’’ değerlendireceğiz böylece çok boyutlu bir sonuca ulaşabiliriz.
Yüzleşme Kaygısı Ve Güven Eksikliği (Korkaklık)
Bu davranış bireyin doğrudan, çatışmadan kaçma refleksiyle ilgilidir. Yüzleşme kaygısı, yalnızca korkaklıkla açıklanamaz, aynı zamanda kişinin sosyal ilişkilerinde bir tür risk hesaplama mekanizmasıdır. Doğrudan söylemek, hem duygusal hem de sosyal açıdan kişiyi savunmasız bırakır. Güvensizlik ise, kişinin muhatabına temel bir inanç beslememesiyle ilişkilidir; “bunu söylersem karşılık olarak bana zarar verir” düşüncesi, davranışı dolaylı ve manipülatif yollara iter. Psikolojik olarak, bu kaygı sürekli bir içsel stres üretir, etik olarak ise, sorumluluğun devredilmesi ve eylemsizliğin normalleştirilmesi anlamına gelir. Çatışmadan kaçınmak, çatışma anında savunmasız kalmaktan korkmakla eş. Bazıları için doğrudan “bu davranışın beni rahatsız etti” demek, kendini açığa vurmak kadar riskli gelir. Arkadan iş çevirerek hem duygusal bir kalkan oluşturur hem de muhatabın tepkisini doğrudan üstlenmek zorunda kalmaz.
Korkaklık,
Bu, müdahaleyi reddeden ve sorumluluktan kaçan bir karakter tasviri sunar. Korkaklık sadece kişisel bir zaaf değildir; aynı zamanda güç ilişkilerinin pasif kabulüdür. Korkaklık varsa ifade edilen “haklılık”ın da ağırlığı tartışılır çünkü iddia sahibinin argümanını yüzüne söyleyecek cesareti yoktur bu da iddianın dürüstlüğünü zedeler. Bu davranış, bireyin doğrudan çatışma ve yüzleşmeden kaçma eğilimini yansıtır. Korkaklık, yalnızca cesaretsizlik değil aynı zamanda bir tür korunma mekanizmasıdır. İnsan, doğrudan ifade ile karşılaşacağı muhtemel olumsuz tepkiyi veya sosyal kaybı öngörür ve bunu göze alamaz. Psikolojik olarak bu kaygı, sürekli bir içsel stres üretir ve kişinin kendisini haklı veya mağdur göstermeye yönelik dolaylı yollar aramasına yol açar. Sosyal açıdan bakıldığında bu korkaklık güven ilişkilerini aşındırır; insanlar artık samimi ve şeffaf iletişim yerine temkinli ve dolaylı yollara mahkûm olur. Felsefi olarak ise, korkaklık etik bir problem üretir; sorumluluk ve dürüstlük erozyona uğrar, ahlaki eylem yerine kaçış tercih edilir.
Güç Ve Kontrol İhtiyacı
Arkadan konuşmak, sessiz bir koalisyon kurma aracıdır. Birkaç kişiyi peşine takarak, gücü bir avuç “içeriden destekçiye” taşır. Bu, doğrudan yüzleşmeden çok daha az emekli görünür ama aslında sosyal baskı ve manipülasyonla kontrolü ele geçirme yöntemi sunar. Bu davranış, kişinin kendi çevresinde üstünlük kurma veya kontrol sağlama arzusuyla ilgilidir. İnsanlar doğrudan güç sahibi olamadığında veya çatışmada dezavantajlı olduklarında arkadan iş çevirme gibi stratejilere başvurur. Bu durum, hem bireysel hem de grup düzeyinde stratejik bir hamle olarak okunabilir; başkalarının kararlarını, algılarını ve davranışlarını kendi lehine şekillendirmek. Psikolojik olarak, kontrol ihtiyacı çoğu zaman özgüven eksikliğiyle ve sosyal konumun korunma kaygısıyla birleşir. Felsefi açıdan ise, bu tür bir davranış “dolaylı iktidar” olarak görülebilir ve etik bir problem yaratır ki, başkasını manipüle ederek güç kazanmak, güven ilişkilerini zedeler.
Egemenlik arzusu,
Bireyin arkadan iş çevirmesinin bir başka temel motivasyonu, egemenlik arzusudur. Bu, kişinin çevresini şekillendirme ve kendi konumunu güçlendirme ihtiyacıdır. Doğrudan güç kullanamayacağı durumlarda, dolaylı yollarla kontrol sağlamak bir strateji haline gelir. Psikolojik olarak, bu ihtiyaç genellikle özgüven eksikliği ve sosyal kaygı ile birleşir. Kişi, başkasının hareketlerini manipüle ederek kendi üstünlük alanını yaratır. Sosyal açıdan egemenlik arzusu, güç boşluklarını doldurmak için kurulan ittifaklar ve manipülasyonlar aracılığıyla grup dinamiklerini etkiler. Felsefi açıdan bu davranış etik bir çelişki doğurur; başkasını kontrol etmek, bireysel özgürlüğü zedeler ve güveni yok eder. Burada davranış bir ihtiras olur, sadece bir haksızlıktan kaçınma değil, başkasının konumunu yeniden biçimlendirme arzusu. Arkadan iş çevirme, doğrudan güce ulaşamayanların ikincil iktidar kurma aracıdır, kurulan ittifaklarla kendi egemenlik alanını genişletme stratejisi.
Makul Gerekçe Yaratma
Bireyin kendi eylemlerini haklı ve mantıklı gösterme çabasıdır. Arkadan iş çeviren kişi, yaptığı davranışı genellikle adalet, bilgi aktarma veya koruma kisvesi altında rasyonalize eder. Bu, psikolojik olarak bir öz-haklılık illüzyonu yaratır zira kişi kendini ahlaki olarak üstün hissetmeye devam eder. Sosyal açıdan, bu gerekçe başkalarını da etkileyebilir ve bir tür sosyal onay mekanizması oluşturabilir. Felsefi olarak bakıldığında, bu davranış etik bir tuzaktır çünkü niyetin kötü olmasıyla gerekçenin ahlaki görünmesi arasındaki çelişki, eylemin doğasını maskeleyemez. “Ben sadece başkalarına söyleyerek adaleti sağlamaya çalışıyorum” bahanesi, pasif-agresif davranışı makul kılar. Oysa gerçek niyet çoğu zaman kişisel hoşnutsuzluğu başkalarına yansıtarak muhatabı itibarsızlaştırmaktır. Kendini haklı çıkarmak için ahlaki bir kılıf uydurulur “bilgilendirme” kisvesiyle.
Öz-Haklılık İllüzyonu,
Bu, içsel rasyonalizasyon mekanizmasının ideolojik yüzüdür, bireyin kendi eylemlerini haklı ve mantıklı göstermek için geliştirdiği psikolojik mekanizmadır. Öz-haklılık illüzyonu, kişinin kendi davranışını ahlaki bir çerçeveye oturtarak sorgulanamaz hâle getirmesi demektir. Psikolojik olarak bu, savunmasızlık ve suçluluk duygusunu maskelemeye yarar. Sosyal açıdan, makul gerekçeler başkalarını da etkileyebilir ve bir tür sosyal meşruiyet sağlar. Felsefi olarak ise, öz-haklılık illüzyonu, niyet ile gerekçe arasındaki çelişkiyi ortaya koyar: eylemin kötü niyetli olması, gerekçenin ahlaki görünmesini engelleyemez, dolayısıyla bir tür etik tuzak yaratır. Kişi kendi eylemini “adalet” veya “koruma” kisvesiyle meşrulaştırır ama bu kisve, çoğu zaman eleştiriye kapalı bir kalkan görevi görür. Öz-haklılık illüzyonu, sorumluluğu başkalarına devredip, kendini ahlaki yargılayıcı pozisyona sokar.
Statü Ve Sosyal Sermaye Peşinde Koşma
Burada motivasyon, kişinin prestij kazanma veya sosyal konumunu yükseltme isteğidir. Dedikodu, arkadan yürütülen kampanyalar veya manipülatif paylaşımlar, bireye kısa süreli bir görünürlük sağlar. Psikolojik olarak, bu hırs çoğu zaman narsistik eğilimlerle ve onay ihtiyacıyla bağlantılıdır. Sosyolojik açıdan, kişiler arası ilişkilerde statü kazanımı, topluluk içi normları manipüle ederek yapılır bu da uzun vadede güvenin erozyonuna yol açar. Felsefi olarak, burada ortaya çıkan problem, görünen başarı ile gerçek erdem arasındaki farktır keza prestij elde edilse de etik değerler zedelenmiştir. Dedikodu burada grup içi statü yükseltmenin ucuz bir yoludur. Birini “eleştiren” pozisyona geçerek kendini daha bilgi sahibi daha “haklı” konumuna taşır. Böylece kendini grubun geri kalanından üstün hissetmeye çalışan bir yapıya bürünür.
Prestij Hırsı,
Dedikodu ve arkadan yürütülen kampanyalar, sahte bir statü üretir, küçük söylemlerin etrafında toplanan küçük bir prestij ekonomisi... Bu, gerçekte yetkinlik değil, görünürlük için yapılan bir şovdur, başarıyı değil algıyı yükseltir. Bu davranış kişinin sosyal çevresinde prestij kazanma ve görünürlük elde etme isteğini yansıtır. Prestij hırsı, kısa süreli sosyal ödüller için gerçek erdemin ve etik değerlerin feda edilmesi anlamına gelir. Psikolojik olarak bu hırs narsistik eğilimler ve onay ihtiyacı ile bağlantılıdır. Sosyal açıdan, birey dedikodu ve manipülasyon yoluyla sahte bir statü elde eder ve grup içindeki güç dengeleri bu sahte statü üzerinden yeniden şekillenir. Felsefi açıdan ise prestij hırsı etik bir sorun üretir bu sorun görünür başarı, gerçek erdem ve güvenin yerini alamaz sadece sosyal algıyı yükseltir.
Yetersiz İletişim Becerileri
Bazıları duygularını ve ihtiyaçlarını net ifade edecek kelime dağarcığına ya da pratiğe sahip değildir. Dolayısıyla rahatsızlığını kırıcı bulacağı için, ya sessiz kalır ya da muhatabın sırlarını dedikodu yoluyla yayar. Yani karşıdakinin iletişim becerileri ona caydırıcı gelir. Bu davranış, bireyin duygularını ve düşüncelerini açıkça ifade edememesiyle ilgilidir. İnsanlar çatışmayı yönetemediğinde veya ihtiyaçlarını düzgün biçimde dile getiremediğinde arkadan iş çevirme gibi dolaylı yolları tercih edebilir. Psikolojik olarak bu, acziyet veya yetersizlik hissi üretir ve kişinin özgüvenini olumsuz etkiler. Sosyal açıdan, bu tür bir eksiklik grup içi iletişimde yanlış anlaşılmalara ve manipülasyona zemin hazırlar. Felsefi açıdan ise, yetersiz iletişim bir erdem eksikliği değil, işlevsel bir kusurdur ama sonuçları itibarıyla ahlaki bir sorun yaratır.
Acziyet,
Bu etiket, davranışı bir nevi zavallılık olarak okur zira kişi ne hissettiğini doğru ifade edemiyor, sınır koyamıyor, dolayısıyla başka yöntemlere başvuruyordur. Acziyet, hem edebi hem de etik açıdan saldırganlığı mazur göstermez sadece davranışın kılcal damarını açıklar. Bireyin düşüncelerini ve duygularını doğru ifade edememesi, acziyet olarak tanımlanabilir. Yetersiz iletişim, doğrudan anlatamamanın yol açtığı bir güçsüzlük biçimidir. Psikolojik olarak kişi kendini ifade edemediği için dolaylı yollar arar ve manipülatif davranışlara başvurur. Sosyal açıdan, iletişim eksikliği yanlış anlaşılmalara ve güvensizlik yaratır; grup içi dinamiklerde manipülasyon alanı oluşur. Felsefi olarak, acziyet bir erdem eksikliği değil işlevsel bir kusurdur ama sonuçları itibarıyla toplumsal ve etik sorunlar doğurur.
Sahip Olunan Sosyal Dinamiklerden Güç Alma
Bu davranış, kişinin mevcut sosyal ağları ve ilişkileri kendi lehine kullanmasıdır. Burada fırsatçılık ve stratejik davranış ön plandadır. Kişi, grubun sessiz çoğunluğunu veya ilişkisel bağları manipüle ederek kendi çıkarını maksimize eder. Psikolojik olarak bu davranış güven ve etik algısını aşındırır sosyal açıdan ise, kolektif sorumluluk duygusunu zayıflatır. Felsefi olarak bu davranış, bireysel yarar ile toplumsal normlar arasında bir çelişki yaratır; sosyal sermayeyi kendi lehine kullanmak, etik olarak sınırları ihlal eder. Bir kişi doğrudan yüzleştiğinde, muhatabı ona aynı doğrudanlıkta karşılık verebilir. Arkadan iş çevirmek, bu riski azaltır, eleştirilen kişi kendisine söylenenden bihaberken dedikoducu zaten bir adım önde hisseder.
Fırsatçılık,
Mevcut yapıları “kullanma” refleksidir. Sessiz çoğunluğu, dedikodu kanallarını, üst akış desteğini araçsallaştırma çabasıdır. Fırsatçılık, kolektif sorumluluk duygusunu eritir; herkes kendi avantajını maksimuma çekerse, sistem adım adım işlemez hale gelir. Psikolojik olarak, kişi, elindeki kaynakları maksimize ederek avantaj sağlamaya çalışır. Bu, kolektif sorumluluk duygusunu zedeler. Sosyal açıdan fırsatçılık güveni aşındırır ve grup içinde adaletsizlik algısını güçlendirir. Felsefi olarak ise, fırsatçılık bireysel çıkar ile toplumsal normlar arasında çelişki yaratır çünkü sosyal sermayeyi kendi lehine kullanmak, etik sınırları ihlal eder.
Bu altı öğeyi yan yana koyunca belirgin bir resim çıkıyor; kendi eksikliğiyle yüzleşemeyen bireylerin, güç boşluklarını manipülasyonla doldurmaya çalıştığı, bu çabanın ise prestij ve öz-haklılık maskeleriyle kamufle edildiği, bütün bunların arka planında ise iletişimsel yetersizlikler ve fırsatçı sosyal yapıların bulunduğu bir ekosistem. Yani tekil bir “kötü adam” yoktur, kolektif bir zihniyet bozukluğu vardır. Bu manzaranın iki trajik sonucu öne çıkar. Birincisi, güvenin erozyonu, insanlar artık birbirinden şüphe eder, sosyalleşme maliyetli hale gelir. İkincisi, gerçeğin teşhir edilmesinin zorlaşması, ne kadar şeffaflık talep edilse de, şeffaflık isteği bile öz-haklılık kalkanıyla istismar edilir. Böylece herhangi bir hakikat arayışı, ideolojik ve prestijsel mülahazalara takılır. Sonuç olarak, bu gerekçelerin her birini yalnızca bireysel zaaflar olarak okumak yetersizdir. Onlar birlikte, bir toplumun küçük etiğini aşındıran, davranışları rasyonelleştiren ve nihayetinde normları çarpıtan bir mekanizma kurar. Bu manzarada yapılması gereken, yalnızca kişileri suçlamak değil iletişim kanallarını güçlendirmek, doğrudanlığın maliyetini düşürecek normlar koymak ve öz-haklılığı sorgulayan kolektif refleksleri inşa etmektir. Ancak önce bu manzarayı dürüstçe kabul etmek gerekir, yok saymak, çürümeyi hızlandırmaktan başka bir işe yaramaz. Bununla birlikte hâlihazırda bir art niyet varsa zaten iletişim yolları kuvvetlendirilemez, iletişimden kaçış kendini gösterir çünkü mevzubahis kişi, gölgelerde daha temkinlidir. Sahip olduğu tribünü kaybetmek istemez, sosyal ortamda kapmış olduğu köşeyi gölgeler içerisinden savunur. Nereden bildiğimi sormayın…
Felsefi Bir Bakış: Sinsiliğin Perdesi
İnsan neden sinsice davranır? Bu sorunun cevabı, yalnızca bir korkaklık hikâyesi değil aynı zamanda insan olmanın ne anlama geldiğine dair derin bir yaranın izidir. Görünmez bıçaklar saplayanlar, kendi içlerindeki boşlukla yüzleşmekten kaçarlar çünkü hakikat, insanın önce kendine karşı dürüst olmasını talep eder. Sinsilik ise bir maske oyunudur; zayıflığı, korkuyu, yetersizliği örtmek için başkalarının sırtına saplanan bir hançerdir. Bu yalnızca bir ihanet değil insanın kendi özüne, kendi değerine karşı işlediği bir suçtur. Zira doğrudan konuşmak cesaret ister çünkü bu, kendi duruşunu, hatalarını ve sorumluluklarını göze almak demektir. Ama namert, bu yükü taşımak yerine dedikodunun, manipülasyonun gölgesine sığınır. Sinsilik, bir anlık rahatlama sunar lakin bu rahatlama, sahte bir haklılık kalesinin içinde hapsolmaktır. Felsefi olarak bu, insanın kendi varoluşunu reddetmesidir zira insan ancak dürüst eylemleriyle, açıkça ortaya koyduğu niyetleriyle bir birey olarak var olabilir. Namert, bu varoluşu terk eder ve kendi gerçeğini inkâr ederek bir gölgeye dönüşür sadece o sisin ardında var olabilir ancak Günyüzü göremez. Sert konuşalım; bu, insan olmanın utancıdır. Sinsilik, güçsüzlüğü makyajla kapatmaya çalışırken aslında sadece kendi boşluğunu derinleştirir.
Peki, sinsilik ne üretir? Çorak bir zemin… Güvenin, samimiyetin ve sahici bağların yok olduğu bir insanlık çölü. Namertlik, sadece bireysel bir zaaf değil, bir toplumu içten kemiren bir hastalıktır. Namert, başkalarını manipüle ederek kazandığını sandığı üstünlüğü, bir gün kendi aynasında görecektir ve o ayna, yalanlarının ve korkularının çirkinliğini saklamaz. Sinsice davranan, korkaklığını bir strateji gibi pazarlar, yüzleşmenin riskini göze alamaz çünkü bu risk onun sahte üstünlüğünü, öz-haklılık illüzyonunu ve cılız egemenlik arzusunu yerle bir edebilir. Bu, soğukkanlı bir hesapçılıktır; doğrudan konuşmak, karşı argümanla, kanıtla, belki de bir yüz ifadesiyle karşılaşmayı gerektirir. Ama arkadan iş çevirmek, asimetrik bir saldırıdır; muhatabı hazırlıksız yakalar, savunma hakkını geciktirir, izleri silmeyi kolaylaştırır. İşte bu yüzden namert, sadece korkak değildir aynı zamanda kendi zayıflığını güç gibi yutturmaya çalışan bir fırsatçıdır. Bu fırsatçılık toplumdan beslenmekle birlikte toplumu da zehirler; dürüst rekabetin yerini ima ekonomisi alır, açık eleştirinin yerini dedikodu koalisyonları alır, erdemin yerini sahte prestij alır. Lakin bu davranış, bir ders çıkarmak için mükemmel bir fırsattır zira dürüstlük en zor anda bile en güçlü silahtır. O, bizi kendi zaaflarımızla barıştırır ve gerçek bağlar kurmamızı sağlar. Sinsilik ise, kısa vadeli bir zafer yanılsaması verir ama uzun vadede yalnızlık ve pişmanlık bırakır. İşte bu ‘’insan olmaya dair’’ bir meydan okumadır: Eğer sinsiliğin gölgesinde güç arıyorsan, bil ki bu güç sadece kendi boşluğunu büyütür. Hakikat, er ya da geç maskelerini düşürür ve o aynada gördüğün, yalanlarının ve korkularının çirkinliğidir. Cesaretin yoksa, en azından sus… Sus çünkü yalanların, sessizliğinden daha fazla zarar verir. Kendine ve başkalarına karşı dürüst olmanın bedelini ödemek, sinsiliğin zehirli konforundan bin kat daha değerlidir
Ezcümle, bu manzara bir ders çıkarmayı ve bir duruş sergilemeyi zorunlu kılıyor. Sinsilik bir zincirdir; hem bireyi hem toplumu esir alan bir zincir. Bu zinciri kırmak, dürüstlüğü bir yük değil, bir kurtuluş olarak görmeyi gerektirir. Dürüstlük, kısa vadede rahatsız eder ancak uzun vadede güvenin, bağların ve anlamın tek kaynağıdır. Namertlik ise, kısa vadeli bir zafer yanılsaması sunar lakin bedeli ağırdır. Yalnızlık, pişmanlık ve kendi kendine yabancılaşma... Felsefi olarak bu bir seçimdir; ya insanlığını dürüstçe inşa edersin ya da sinsiliğin çölünde kaybolursun. Bu yüzden, sevgili görünmez bıçakları kuşananlar, kendinizi kandırabilirsiniz ama hakikat sizi bulur. Bu da ilahi bir temenni değildir. O yüzden dersinizi çıkarın, insanlık (insan olma durumu) dürüstlükle yükselir namertlik ise her seferinde biraz daha alçaltır. Meydan okuma da burada, ya gölgeyi seçersin ya ışığı. Hangisini seçeceksin? Bu, sadece bir soru değil, insan olmanın sınavıdır.
‘’Bir uşakla ağız dalaşına girmek için geçmedim ateş ile ölümden…’’
Yorumlar