top of page

Neden ''Seni Dert Etmeler''?

  • Yazarın fotoğrafı: corvinaecorvus
    corvinaecorvus
  • 10 Ağu
  • 5 dakikada okunur


Karga

6 Ağustos 2025

Seni Dert Etmeler şarkısı albüm kapağı.

Birkaç gün önce Spotify Türkiye’de tüm zamanların en çok dinlenen Türkçe şarkısı Madrigal adlı bir ‘’Turkish Indie’’ müzik grubunun Yeşil Vadi Live Sessions albümünden Seni Dert Etmeler adlı şarkısı olmuş. Yazının başlığından da anlaşılacağı üzere bu yazıda durumu biraz inceleyeceğiz. Şimdi diyebilirsiniz ki ‘’neden diğer şarkıları ya da diğer kategorilerdeki birincileri değil de bunu?’’ cevabım ise çok spesifik; şu aralar aklımda spesifik olarak aşk üzerine bir yazı yazmak vardı. Daha önce pek çok yazımda aşka ya atıfta bulundum ya da zarf attım hatta birisinde özel olarak yazdım. Ancak bu sefer daha didaktik bir yazı vardı. Daha sonrasında bunu görünce de dedim ki; lan aslında...


Şimdi öncelikle nedir bu Turkish Indie? Indie music, ilk anlamıyla büyük plak şirketlerinden bağımsız üretilen müzikleri ifade ederken, günümüzde daha çok duygusal, sade, alternatif ve melankolik bir müzikal estetiği tanımlar. Artık bir tür haline gelmiş durumda. Madrigal; şarkılarındaki melankoli, gitar ağırlıklı altyapılar ve atmosferik sound nedeniyle "indie tarzına yakın" olarak değerlendirilir. Yani "indie" tanımı burada üretim biçiminden değil, duyusal ve estetik benzerlikten gelir. Zaten şarkıları kafanızda tınlamaya başladıysa ‘’evet lan’’ tepkisini vermişsinizdir. Nitekim Madrigal tek indie grup değil piyasada madem öyle neden? Her ne kadar melodisi ziyadesiyle güzel bir şarkı olsa da—biraz da yüksek bağlamlı bir kültür olmanın gereği—bu sorunun asıl cevabı sözlerinde saklı.


Bazen bana gelir gider seni dert etmeler

Seni rüyаlаrımdа hаpsetmeler

Yıldızlаrın hırsızlаrı mı vаr?

Tutаmаm, tutаmаm, hep yeni bir gün doğаr

Bаşkа bi' evrende, en güzel hâlinle

Sen hаyаtа kаrış, ben dаhа dа biteceğim

Kırgınım kendime, üşüyorum gölgende

Henüz bilmesen de belki bir gün gideceğim

Hiç gerek yok daha fazlasına

Zamanı tutmaya, fezaya uçmaya

Geride kaldılar, geride kaldı o günler

Sen varken taptığım kasvetli şehirler

Bаşkа bi' evrende, en güzel hâlinle

Sen hаyаtа kаrış, ben dаhа dа biteceğim

Kırgınım kendime, üşüyorum gölgende

Henüz bilmesen de belki bir gün gideceğim

Kırgınım kendime, üşüyorum gölgende

Henüz bilmesen de belki bir gün gideceğim

Bаşkа bi' evrende, en güzel hâlinle

Sen hаyаtа kаrış, ben dаhа dа biteceğim

Kırgınım kendime, üşüyorum gölgende

Henüz bilmesen de belki bir gün gideceğim


Satır satır inceleme yapmayacağım zira muhtemelen çoğunuz bu yazıyı bir edebi inceleme okumak amaçlı açmadınız fakat şarkının sözlerine bakınca ilk göze çarpan nokta duygusal açıklığı ve belirsizliği; spesifik bir öykü anlatmak yerine ‘’seni dert etmeler’’ ifadesi etrafında yükselen bir içsel yalnızlık ve uzaklık hissi… Bu soyutluk dinleyenin kendi hayat deneyimini—kaybetmeyi, özlemi, iç sıkıntısını—şarkıya yansıtmasına izin veriyor. Yani herkes kendi “dert”ini bu boşluğa yerleştiriyor ve bu da geniş bir kitleye dokunuyor. Ancak gerçekten yalnızca bu soyutlık mı açıklıyor bu kadar devasa bir dinlenme sayısını, yoksa basit dilin viral paylaşımlarla desteklenmesi gibi dış etkenler de işin içine giriyor mu sorusunu sormak gerek. Şarkı boyunca özellikle şu üçlü yapı tekrar ediyor;


‘’Bаşkа bi' evrende, en güzel hâlinle

Sen hаyаtа kаrış, ben dаhа dа biteceğim

Kırgınım kendime, üşüyorum gölgende’’


Bu dizeler şiirsel bir nakarat gibi işliyor, tekrarlandıkça da sözün ritmi değil, duygunun yoğunluğu artıyor. Yani şarkının etkisi tekrarın kelimede değil, temada kurduğu döngüde. Buradaki kırık yapı—bir temenni, bir vazgeçiş, bir içe dönüklük—tekrarla birleşince, sanki aşkın içinde dolanıyormuşsun hissi yaratıyor. Bir başka nüans ise şarkında sanki birine hitap edermişçesine bir ton var. Sanki bir mektup gibi okunuyor, şarkı söylenmiyor da bir sevgiliye konuşuyor gibi... Bu da şarkının kişisel değil, kişiselleştirilebilir olmasını sağlıyor. “Sen” hep dinleyenin kendi geçmişinden bir hayalet oluyor. Belki de şarkının en büyük başarısı bu; bir şarkı değil, iç monolog gibi hissettirmesi. Tamam da hala neden? sorusuna cevap alamadık aksine daha fazla neden’lerle dolduk zira bahsi geçen vasıflara sahip olan yegane şarkı bu değil peki neden Seni Dert Etmeler? Şimdi biraz daha derin sulara giriyoruz.


Benim daha önce pek çok yazımda atıfta bulunduğum bir yazara tekrar bir bakış atacağız, Edgar Allan Poe’ya… Poe’nun The Philosophy of Composition (Kompozisyon Felsefesi) adlı eserinde insanlığın en evrensel iki hissene işaret eder; aşk ve ölüm. Ona göre bu iki duygu sınıf, yaş, zaman, cinsiyet tanımaz; her insan en az bir kez aşık olur ya da en azından sevdiği birini kaybeder. Dolayısı ile en etkileyici edebi eser bu ikisinin birleşimi olan ‘’bir aşkın ölümünü anlatan’’ olacaktır. Bir duygunun zirvesinden uçuruma yuvarlanmak onun gözünde yeryüzündeki en dramatik düşüştür. Nitekim, aşk ve ölüm temalı şarkıların sayısı saymakla bitmezken, neden Seni Dert Etmeler bu kadar öne çıkıyor? Ayrıca şunu da sormalıyız: sıradan bir aşk anlatısından neden sıkıldık? Çünkü klasik aşk şarkıları bir hikâye verir; tanışma, yükselme, kırılma, ayrılık. Oysa bu Seni Dert Etmeler, anlatısız bir duygudur. Belki aşk hiç olmadı bile. Belki karşılık bulmadı. Belki zamanlama yanlıştı. Net bir şey söylemez; ama “derdin var” der. Bu da şarkıyı herkesin hikâyesine uygun hale getirir çünkü herkesin “yarım kalmış” bir şeyi vardır. Adeta yaşanmamış bir geçmişe duyulan özlemdir bu şarkının insana hissettirdiği. Bu “yaşanmamış bir geçmişe özlem” hissi şarkının en güçlü silahı olabilir, bilinçaltımızda hiç yaşamadığımız anılara ait bir melankoli uyandırır Bu, tıpkı bir rüyada gezinirken tanıştığın güzel bir manzarayı hatırlıyormuş gibidir, gerçek olmadığı hâlde ruhunda bir boşluğu doldurur. Öte yandan, “başka bir evrende en güzel halinle” temennisi, dinleyeni kendi potansiyeline dair hem umutlandırıyor hem de eksik hissettiriyor açıkçası. Bu çelişki, şarkının psikolojik anlamdaki manyetik çekiminde rol oynuyor tabi. Eğer Poe’nun dediği gibi aşk ve ölümü evrensel özler olarak kabul edersek, bu şarkı da tam bu ikisinin arasındaki boşlukta yankılanıyor; ne tam bir aşk anlatısı ne de bir ölüm ağıtı. Aksine, yaşanamamış bir aşkın ağıtı gibi… Yani Poe’nun formülünü tersine çevirerek, yokluğun kendisini anlatıyor. Bu boşluk anlatısı, hem aşkı hem ölümü çağırıyor ama doğrudan hiçbirine dokunmuyor. İşte bu belirsizlik ve eksiklik hissi, şarkının etkisini artırıyor.


Bu ayrımı kurarken neyi “ölüm” saydığımızı da netleştirmek lazım; bir aşkın ölümü, o ilişkinin somut son buluşu ve yas süreci iken erişilemezlik sonsuz bir bekleyiş ve umutsuzluk demek. Ölümde en azından kapanış, tanıdık bir ritüel, paylaşılabilir bir acı vardır. Erişilemez aşkta ise muhatap bile yoktur, ıstırap içseldir ve adını koyup yas bile tutamazsın. Dolayısıyla belki de Poe’nun “ölüm” vurgusu, yasın somutluğunu; “aşkın ölümü”nün yarım kalmış aşk acısına kıyasla daha katartik olduğunu söylediği içindir. Bu durumda “ölmekten beter” hissi, aslında o sessiz, süresiz yalnızlığın yüküdür, ölümün verdiği kapanışın değil. Kapanmamış bir hikâyenin yokluğu, tamamlanmış bir trajediden daha sancılı olabilir. Çünkü ölüm, her ne kadar acıtsa da, nihayetinde bitiştir. Erişilemeyen aşk ise her sabah yeniden başlar. Her gece yeniden büyür. Mezarı yoktur ama hayaleti vardır; peşinizden gelmez ama içinize çöker. İnsan neyi kaybettiğini bilir, ama neye hiç sahip olamayacağını asla tam anlamıyla bilemez. Bilinmeyen, tamamlanmamış, dile gelmemiş olan, zihinde sonsuz döner. Bir ihtimalin yası, bir gerçeğin yasından daha sessizdir ama daha uzun sürer.


Yani belki de cevap budur: şarkı aşkı değil, aşkın hayaletini anlatıyor. Ve insan, aşkı yaşamaktan çok onu ve belki de beraberinde yaşanabilecek olanları yitirmiş olmayı daha çok hatırlıyor. Madrigal de tam bu duygusal boşluğa bir ses veriyor bize. Kısacası Poe’yu görüyor ve artırıyorum; insanlığın en büyük ortak acısı bir aşkın ölümünün de ötesinde, bir aşkın ölememesinde, yaşanmamış belki yaşanamamış ve belki de yaşanabilecek olandadır. Ve biz bazen, o yarım kalmışlığın acısını aşk sanırız, nereden bildiğimi sormayın. Ama bir şey daha diyeyim mi? Geçiyor be... Esas zorluk da burada başlıyor zaten, aldığın derslere rağmen başkasına güvenebilmek... Zira benim insanlara dair düşlerim çoktan karardı.


Yorumlar


Fikir ve görüşleriniz için...

Gönderiminiz için teşekkürler!

İnsan, anılarda yaşar.

bottom of page