top of page

Erkekliğe Yeniden Bir Bakış: Kültürel Materyalizm Perspektifinden Bir Sosyal Yapılandırmacılık Eleştirisi

  • Yazarın fotoğrafı: corvinaecorvus
    corvinaecorvus
  • 8 Mar
  • 12 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 8 Nis

Karga

11/20 Aralık 2024

Bir erkeğin siluetinin mekanik dişlilere ve devrelere dönüşmesini tasvir eden soyut dijital sanat eseri, erkekliğin makineleşmesini ve kültürel ve teknolojik güçlerle dönüşümünü simgeliyor.


Bugün özellikle cinsiyet çalışmaları alanında yapılan tartışmalarda kabul görülen erkeklik tanımı ziyadesiyle soyut bir konumda kalmaktadır. Bu durum ve bahsi geçen alanın odaklandığı subje gereği akademi dışında ciddiye alınmayan bir alan haline geldiğini görmek işten bile değildir. Nitekim alan prensibinde ele alınan konu toplum nezdinde önemi bir ard-alana sahip iken üzerine kafa yormamak da bir o kadar ciddiyetsiz bir tavır olur.

Konunun en başından başlamak gerektiği için bu yazıda temel olarak odaklanılacak olan konu erkeklik üzerine yapılacak olan tanımlamadır. Bu tanımlama açısından—özellikle şu anki paradigma içerisinde—en popüler yorumu Raewyn Connell’ın yaptığını söylemek yanlış olmaz. Connell erkekliği, erkek olmakla ilişkilendirilen bir dizi sosyal uygulama ve kültürel beklenti olarak tanımlamış ve bunun sabit bir biyolojik özellik değil, sosyal olarak inşa edilmiş ve değişken bir kavram olduğunu vurgulamıştır. Özellikle 1995 çıkışlı Erkeklikler (Masculinities) adlı kitabında bu tanımı alt gruplarına ve özelliklerine göre de ayırmış ve tanımlamıştır. Ki temel sıkıntı da burada başlar… Connell’ın yaptığı tanımlamalar her ne kadar kayda değer ve yer yer kabul edilebilir olsa da erkeklik gibi geniş bir kavramı safi bir sosyal yapıya indirgemek konunun sadece ve tamamen soyut bir alanda tartışılması anlamına gelir ve bu da, Connell’ın kendisinin de dikkati çekmek istediği politik arenada karşılık bulmaz. Bu çıkmaz, yine Connell’ın öncül isimlerinden birisi olduğu ‘yeni sol’ akımının temel sorunudur zira reel-politik bunların çok ötesinde bir konuşlanmaya sahiptir. Yazı bu noktada gittiği takdirde bir Erkeklikler eleştirisi haline gelip esas konudan uzaklaşacağı için bu tanımlamanın dâhil olduğu bakış açısına odaklanmak daha uygun olacaktır.

Erkeklik kavramı ile alakalı yapılan bu tanımlama sosyal yapılandırmacı[1] bir yaklaşıma sahiptir ki bu başlı başına bir sorun teşkil emektedir. Sosyal yapılandırmacılık, pozitivizme benzer bir süreç içerisinden geçmiştir; bir dönem bilimsel ve entelektüel camiayı domine etmekle beraber daha sonrası geliştirilen karşı yaklaşımlara direnemeyip bulunduğu konumu kaybetmiştir. Buna mukabil bir takım politik zeminlerin oluşturmak istediği anlatılar için güzel malzemeler üretebildiği için pipetle beslenmektedir.

Nitekim yaklaşımlar söz konusu olduğu zaman doğru-yanlış diye sınıflandırmak genelde tez canlı bir yorumlama olur zira her ne kadar kompleks konuları dar alanlara sıkıştırma gibi bir gaflete meyilli olsa da belli alanlarda derinleşebilecek perspektifleri sunabilmektedirler. Kısacası yaklaşımın doğru veya yanlışlığından ziyade uygunluk ve yeterliliğe odaklanmak gerektir ve bu konuda, sosyal yapılandırmacılık yeterli değildir. Bunu, yapılandırmacılığın entelektüel camiada yaygın bir fikir olmasına belki de en büyük darbeyi vuran Noam Chomsky perspektifinden bakmak kayda değer bir fikir verecektir.


(Metnin konusuyla alakalı bir perspektif sunan makalem)

 

I. Yazının Teorisi Üzerine

Yaygın olarak kullanılan retoriğe güzel bir şekilde karşılık verebilecek kadar geniş bir perspektife sahip olması nedeniyle yazının fikirsel olarak etrafında kurulacağı konsept kültürel materyalist bir yaklaşıma sahiptir. Kültürel materyalizm, cinsiyet çalışmalarına ve özellikle de erkekliğe uygulandığında maddi koşulların, ekonomik yapıların ve çevresel bağlamların cinsiyet rollerini ve kimliklerini nasıl şekillendirdiğini ve sürdürdüğünü inceler. Bu çerçevede erkeklik, evrensel ya da tümüyle düşünsel bir yapı olarak değil, tarihsel ve maddi güçlerin bir ürünü olarak görülüyor. Örneğin; fiziksel güce, hâkimiyete ve sağlayıcı rollerine yapılan vurgu gibi geleneksel erkeklik kavramları, emek yoğun çalışmanın ve kaynak edinmenin hayatta kalmanın merkezinde yer aldığı sanayi öncesi toplumların maddi talepleriyle ilişkilendirilebilir. Toplumlar sanayileştikçe ve daha sonra sanayi sonrası ekonomilere geçtikçe, bu rollerin maddi temelleri değişti ve erkekliğin nasıl gerçekleştirildiği ve anlaşıldığı konusunda değişikliklere yol açtı. Kültürel materyalizm, erkekliğin özcü görüşlerini eleştirerek ve bunun yerine onun mevcut ekonomik ve sosyal hiyerarşilere uyum sağlayan ve onları güçlendiren, çoğunlukla iktidardakilerin çıkarlarına hizmet eden esnek bir yapı olduğunu gösterir. Kültürel materyalizm, erkekliği bu materyalist çerçeveye yerleştirerek onun emek, teknoloji ve güç ilişkilerindeki değişimlerden etkilenen olumsal ve dinamik doğasını vurgular.

 

II. Sosyal Yapılandırmacı Eleştiri

Noam Chomsky'nin yapılandırmacı fikirlere yönelik eleştirisi, öncelikle dilbilim ve bilişsel bilim alanındaki teorileri aracılığıyla, kimlik, dil ve davranışa yönelik tamamen sosyal açıklamaların hâkimiyetine meydan okuyarak cinsiyet çalışmalarını dolaylı olarak etkilemiştir. Uyarıcı argümanındaki yetersizlik ve ‘Evrensel Dilbilgisi’ne yaptığı vurgu, dil edinimi de dâhil olmak üzere bilginin tamamen çevresel etkileşim yoluyla oluşturulduğu fikrini baltaladı. Bu durum toplumsal cinsiyet çalışmalarının, toplumsal cinsiyet rolleri ve kimliklerinin kültür, normlar ve dil tarafından şekillendirildiğini vurgulayan sosyal yapılandırmacılığa olan güvenine bir meydan okuma oluşturdu. Chomsky'nin doğuştan gelen yapılara odaklanması, bazı insan yetilerinin biyolojik olarak bağlantılı olabileceğini ve toplumsal cinsiyet çalışmalarındaki tamamen kültürel anlatıları karmaşık hale getirebileceğini öne sürmüştür. Chomsky'nin evrensel bilişsel yapılar üzerindeki ısrarı, genellikle toplumsal cinsiyetin toplumlar arasında nasıl değiştiğini araştıran toplumsal cinsiyet çalışmalarındaki göreceli eğilimlere daha da meydan okumuştur. Toplumsal cinsiyet çalışmaları yapılandırmacı çerçevelerini korurken, bu zorluklar biyoloji, sinir bilimi ve bilişsel bilimden elde edilen içgörüleri bütünleştiren—ve bu yazının da ana fikrini oluşturan—hibrit yaklaşımların kapısını açtı. Dahası, Chomsky'nin sosyal yapılandırmacılığa yönelik geniş eleştirisi, özellikle de toplumsal inşanın bir aracı olarak dile olan güveni, insan davranışının ve kimliğinin ne kadarının doğuştan gelen mekanizmalara karşı sosyal güçlere atfedilebileceğini sorguladı. Kendisi toplumsal cinsiyet araştırmalarıyla doğrudan ilgilenmese de, çalışması bu alanın varsayımlarını eleştirel bir şekilde incelemeye teşvik ederek biyolojik ve kültürel faktörlerin etkileşimi hakkında daha incelikli tartışmalara yol açmakla birlikte kültür araştırmacılarını diplinlerarası perspektifleri keşfetmeye zorladı. Bu çerçeve

 

III. Erkekliğin Tanımlanması

Erkekliği daha dengeli, daha az ideolojik bir şekilde tanımlamak için, hem biyolojik etkileri hem de sosyal yapıları kabul eden bütünleştirici bir yaklaşımı gereklidir. En genel tanımı ile erkeklik; belirli bir toplumda erkeklerle geleneksel olarak ilişkilendirilen —nitekim sadece onlara özgü olmayan—, hem biyolojik yatkınlıklar hem de sosyokültürel etkiler tarafından şekillendirilen özellikler, davranışlar ve roller kümesini ifade eder. Bu özellikler biyolojik yatkınlıklar, psikolojik gelişim ve sosyokültürel etkiler tarafından şekillendirilir. Ne tamamen doğuştan gelir ne de tamamen inşa edilmiştir, ancak doğa ve yetiştirmenin kesiştiği noktada var olur. Çağcıl kültür çalışmalarında genel kabul görülen tanımlamaya karşı olsa da, erkekliğin akışkan ve bağlama dayalı olması, bireyler toplumlar ve tarihsel dönemler arasında değişmesi hasebiyle mevcut anlatıyla kesişmektedir.

Tarafsız ve kapsamlı kalmak için, erkeklik belirgin ancak birbiriyle bağlantılı boyutlarla tanımlanabilir ve bileşenlerine ayrılabilir:

 

A. Biyolojik Boyut:

Erkekliğin hiyerarşideki rolünün biyolojik boyutu, binlerce yıldır insan davranışını şekillendiren evrimsel süreçlerde ve hormonal etkilerde derin köklere sahiptir. Evrimsel bir bakış açısından, insanlar da dâhil olmak üzere birçok türdeki erkekler, kaynaklar ve eşler için rekabet etmek üzere seçici baskılarla karşı karşıya kaldılar. Bu rekabet, fiziksel güç, saldırganlık ve risk alma gibi hayatta kalma ve üreme başarısı şanslarını artıran özellikleri destekledi. Bu özellikler genellikle erkeklikle ilişkilendirilir ve kaynak edinimi, bölge savunması ve fiziksel hâkimiyetin hiyerarşik konumlandırma için kritik olduğu erken insan toplumlarında avantajlı hale geldi. Buna özellikle testosteron gibi hormonel etkileri eklemek de gerekebilir zira sosyal hiyerarşide iddialılık, rekabet gücü ve risk alma eğilimi ile ilişkilendirilecek vasıfların ortaya çıkmasına gebedir.

Cinsiyet rolleri, kısmen, biyolojik farklılıkların ve erken insan toplumlarındaki işbölümünün yansımaları olarak anlaşılabilir. Bu roller pragmatik nedenlerle gelişmiş olabilir; risk alma veya koruma içgüdüleri gibi erkeklikle ilişkilendirilen belirli davranışlar, hayatta kalma ve üreme baskıları nedeniyle evrimleşmiş olabilir. Örneğin; Erkekler genellikle daha büyük üst vücut gücüne ve dayanıklılığına sahiptir, bu özellikler tarihsel olarak avcılık, savaş ve el emeği gibi faaliyetlerde avantajlar sağlamıştır. Daha fazla fiziksel güce ve dayanıklılığa sahip olma eğiliminde olan erkekler, tarihsel olarak avlanma, savunma ve ağır iş gibi görevler için uygun hale getirmiştir. Bu roller muhtemelen erkeklerin koruyucu ve sağlayıcı olarak erken toplumsal beklentilerini şekillendirmiştir. Bu fiziksel özellikler, erkekliğin güç ve koruma gerektiren rollerle ilişkilendirilmesini güçlendirmiştir ve bu da erkekleri hiyerarşik sistemlerde sıklıkla liderlik pozisyonlarına yerleştirmiştir. Bu özellikler yalnızca erkeklere özgü olmasa da, hiyerarşi içinde tarihsel olarak erkeksi rolleri şekillendiren biyolojik çerçeveye katkıda bulunurlar. Benzer şekilde çocukların taşıyıcıları olan kadınlar, yavruların hayatta kalmasını sağlamak için genellikle besleme (nurturing) ve bakım (caregiving) rolleri üstlenirlerdi. Bu roller doğal olarak bakım ve toplumsal bağları sürdürme gibi daha geniş sosyal sorumluluklara da uzanırdı.

Bu işbölümü, zorunlu olarak ahlaki bir yargıdan ziyade, erken insan toplumlarındaki pratikliğin bir yansımasıydı. Grupların fiziksel ve üreme yeteneklerine göre görevler atayarak hayatta kalmalarını en üst düzeye çıkarmalarına olanak sağladı. Zamanla kültürel evrim, bu biyolojik temellerin üzerine toplumsal ve sembolik anlamlar yüklemiş, erkeklik ile hiyerarşi arasındaki ilişkiyi hem biyolojik olarak köklü hem de kültürel olarak bağlamsal hale getirmiştir.

 

B. Sosyokültürel Boyut:

‘Erkeksi’ olarak kabul edilen şey, kültürler ve tarihsel dönemler arasında büyük ölçüde değişir. Bazı toplumlarda, erkeklik güç ve metaneti vurgularken, diğerlerinde bakım ve toplum liderliği merkezidir. Cinsiyet rolleri toplumsal ihtiyaçlar ve güç dinamikleri tarafından şekillendirilir ve erkekliğin nasıl ifade edildiğini ve algılandığını etkiler. Toplumlar evrimleştikçe, bu işlevsel roller kültürel geleneklere yerleşti ve "eril" veya "dişil" olmanın ne anlama geldiğine dair beklentileri şekillendirdi. Ancak, insanların uyarlanabilirliği aynı zamanda bu rollerin katı veya evrensel olmadığı anlamına gelir: bazı toplumlarda, cinsiyet rolleri çevresel ve toplumsal ihtiyaçlara (örneğin, kadınların önemli bir güce sahip olduğu anaerkil toplumlar) bağlı olarak daha az belirgindir veya hatta tersine çevrilmiştir. Nitekim geleneksel cinsiyet rollerini katı bir şekilde uygulamak bireysel özgürlüğü sınırlayabilir ve cinsiyetler arasındaki değişkenliği ve örtüşmeyi göz ardı edebilir. Örneğin, tüm erkekler doğal olarak koruyucu değildir ve tüm kadınlar doğal olarak besleyici değildir. Bununla birlikte rollerin tamamen reddedilmesi cinsiyet rollerinin tarihsel ve biyolojik temellerini tamamen inkâr etmek, işlevsel kökenlerini ve insan toplumlarını şekillendiren evrimsel faktörleri göz ardı etme riskini taşır. Dengeli bir yaklaşım, geleneksel cinsiyet rollerinin işlevsel kökenleri olsa da, günümüzde bireyleri sınırlamaması gerektiğini kabul eder. İnsanlar, toplumsal beklentilerden ziyade yetenekleri ve tercihleriyle uyumlu rolleri seçme özgürlüğüne sahip olmalıdır.

 

C. Psikolojik Boyut:

Erkekliğin hiyerarşideki rolünün izi, insanın sosyal davranışını şekillendiren evrimsel baskılara kadar uzanabilir. Kimlik Oluşumu konusunda erkeklik, bireylerin benlik duygusunu nasıl oluşturduklarının bir parçasıdır ve hem içsel (örn. mizaç, kişilik) hem de dışsal (örn. yetiştirilme tarzı, kültür) faktörlerden etkilenir. İlk insan toplumlarında erkekler genellikle kaynaklara, eşlere ve gruplar içindeki hakim konumlara erişim için rekabet ederdi. Bu rekabet, hayatta kalma ve üreme başarısını güvence altına almada avantajlı olan fiziksel güç, atılganlık ve risk alma gibi özelliklerin gelişmesine yol açtı. Zamanla bu özellikler geleneksel erkeklikle ilişkilendirildi ve kültürel olarak idealize edilmiş erkek davranışları olarak güçlendirildi. Bu tür özelliklere yapılan vurgu, özellikle hayatta kalmanın fiziksel kapasiteye veya kaynak kontrolüne bağlı olduğu bağlamlarda, erkekleri sosyal hiyerarşilerde liderliğe veya baskın rollere yerleştirdi. Psikolojik olarak erkeklik, hiyerarşik sistemlerle yakından uyumlu olan hırs, rekabetçilik ve egemenlik dürtüsü gibi özelliklerle bağlantılıdır. İnsanlar doğal olarak sosyal hiyerarşilere uyum sağlar ve hem biyolojiden hem de kültürden etkilenen erkekler sıklıkla bu yapılar içerisinde statü ve tanınma ararlar. Ek olarak, kültürel normlar sıklıkla erkekleri yeterlilik ve kontrol göstermeye teşvik etmesi de cabası…

Bilişsel Farklılıklar konusunda; araştırmalar erkekler ve kadınlar arasında örtüşen yetenekler gösterse de, erkekliğin mekânsal akıl yürütme, problem çözme veya duygusal ifade gibi davranışlarla nasıl uyumlu hale geldiğine dair eğilimler vardır. Bilişsel olarak erkekler, sosyal gruplar içindeki statü ve rekabete duyarlılığı artıran mekanizmalar geliştirmiş olabilir. Hiyerarşik konumlandırma genellikle kaynaklara, güvenliğe ve üreme fırsatlarına erişim sağlar ve bu da onu erkek sosyal psikolojisinin kritik bir yönü haline getirir. Bu hiyerarşik başarı dürtüsü mutlaka saldırganlık veya baskı anlamına gelmez; aynı zamanda etki ve saygı kazanmayı amaçlayan işbirlikçi veya stratejik davranışlarda da ortaya çıkabilir. Bununla birlikte, bu kalıplar katı değildir ve biyolojik yatkınlıklar ile çevresel etkiler arasındaki karmaşık etkileşimi yansıtacak şekilde bireyler ve kültürler arasında önemli ölçüde farklılık gösterir.

Toplumlar geliştikçe, eril hiyerarşinin maddi temelinin (fiziksel yetenek gibi) önemi azaldı ve yerini tüm cinsiyetler için eşit olarak mevcut olan bilişsel ve sosyal becerilere bıraktı. Bu değişime rağmen, erkekliğin hiyerarşiyle ilişkili psikolojik temelleri tarihsel ve kültürel anlatılardan etkilenmeye devam ediyor ve çoğu zaman erkeklerin hakimiyet kurması veya yüksek statü elde etmesi yönünde beklentiler yaratıyor. Bu dinamikleri anlamak, erkekliğin hem biyolojik kökenlerini hem de kültürel yapılarını açıklayan incelikli bir bakış açısı gerektirir. Yazı, bu bölümde belirtilen boyutlar etrafında genişletilebilir ve hatta bu boyutlar kendi başlarına birer yazının konusu da olabilir. Her şeyi anlatıp hiçbir şeyi anlatamama gibi bir gaflete düşmemek adına bu alanları dar tutmak elzemdir.

 

Cinsiyetin ve/veya cinsel kimliğin tamamıyla sosyal yapılardan ari olduğu iddia edilemeyeceği gibi zaman içerisinde insan ve toplum ile birlikte değiştiğini yani statik olmadığını vurgulamak gerekir. Bu, cinsiyet rollerinin doğası gereği baskıcı olmadığını; aksine, katılıklarının veya kötüye kullanılmalarının baskıya yol açabileceğini göstermektedir. Önemli olan, yeni toplumsal bağlamlara uyum sağlama esneklikleridir. Avcı-toplayıcı toplumlarda, erkekler avlanırken kadınlar hayatta kalma ve üreme gereksinimleri nedeniyle toplayıcılık ve çocuklara bakardı. Modern toplumlarda ise, teknolojik gelişmeler ve sosyal hareketler, hem erkeklerin hem de kadınların bakım, liderlik ve emek gibi rolleri nispeten eşit şekilde paylaşmasını mümkün kılmıştır.

 

IV. Erkek Katkılarının Bir Yansıması Olarak Ataerki: Endüstrileşmenin Cinsiyet Rolleri Üzerindeki Etkisi

Cinsiyet rolleri tarihsel olarak biyolojik farklılıkları ve toplumların işlevsel ihtiyaçlarını yansıtıyordu; erkekler genellikle fiziksel olarak zorlayıcı ve koruyucu görevler üstlenirken, kadınlar bakım verme ve topluluk oluşturma rollerine odaklanıyordu. Bu roller doğası gereği baskıcı değildi, hayatta kalma zorluklarına yönelik pratik uyarlamalardı. Modern bağlamlarda, toplumlar geliştikçe, cinsiyet rolleri giderek daha esnek olarak anlaşılıyor ve bireylerin katı beklentiler yerine becerilerine ve tercihlerine göre katkıda bulunmalarına olanak sağlamaktadır. Teknolojik ve sosyal değişimler (örneğin, sanayileşme, otomasyon, doğum kontrolü ve ekonomik yapılarda değişimler) katı cinsiyet rollerine olan ihtiyacı azaltmış ve bireylerin geleneksel olarak diğer cinsiyetle ilişkilendirilen rollere adım atmalarını sağlamıştır.

Fiziksel güç, savaş ve korumanın hayati önem taşıdığı toplumlarda, erkeklerin baskın pozisyonlarda bulunma olasılığı daha yüksekti çünkü bu görevler biyolojik ve pratik olarak onlara uygundu. Bir toplumun hayatta kalmasına önemli ölçüde katkıda bulunanların ayrıcalıklar veya liderlik talep edeceğini öne sürmek mantıklıdır. Bu sistem köken olarak baskıcı değildi, ancak yapı olarak pragmatiktir. Bununla birlikte endüstriyelleşme bahsi geçen imtiyaz alanlarının dengesini radikal bir şekilde değiştirmiştir. Makineler ve endüstriyel süreçler fiziksel gücün önemini azaltarak kadınların iş gücüne katılmasını ve daha önce erkeklerin egemen olduğu alanlarda katkıda bulunmasını sağladı. Toplumlar tarım ekonomilerinden endüstriyel ve endüstri sonrası sistemlere geçiş yaptıkça, eğitim ve beceri edinimi fiziksel özelliklerden daha önemli hale geldi ve kadınlar için fırsatlar yarattı. Kadınlar artık ekonomilere önemli ölçüde katkıda bulunarak, erkek egemenliğine ilişkin geleneksel kavramlara karşı çıkabilir bir noktaya geldiler. Bu değişim toplumsal rolleri çeşitlendirirken, aynı zamanda geleneksel cinsiyet dinamiklerini istikrarsızlaştırdı ve ataerkil yapıya meydan okudu. Erkek egemenliğindeki bu düşüş patriyarkanın sonu anlamına gelmez nitekim güç dengelerinin değiştiğini ifade eder.

 

Geleneksel cinsiyet rollerinin tarihsel işlevselliğini, onları baskıcı veya modası geçmiş olarak şeytanlaştırmadan kabul etmek, bağlamsal bir anlayışı savunmak, cinsiyet rollerinin bazı yönlerinin hala faydalı olabileceğini idrak etmek ancak kişisel inisiyatifi kısıtlamaması gerektiğini ifade etmek elzemdir. Modern yaşamın gerektirdiği makro toplumlarda yaşamanın kaçınmaz olduğu gerçeğine sığınarak cinsiyet rollerinin topluma ve bireylere hizmet etmesi gerektiği fikrini teşvik etmek gerektir, tam tersi değil. Bu yaklaşım, insan toplumlarının evrimleşen doğasını benimserken tarihsel gerçekliklere saygıyı sürdürür. Ne geçmişi romantikleştirir ne de geleceği reddeder, bunun yerine uyum sağlama ve karşılıklı saygıya dayanan bir orta yol arar.

Tarafsız bir terminolojiyi sürdürmek için tek bir ‘erkeklik’ olmadığını, bunun yerine kültüre, zamana ve bireye göre değişen birden fazla ifade olduğunu kabul edip davranışları veya değerleri reçetelemek yerine, genellikle erkeksi olarak etiketlenen özellikleri (örneğin, iddialılık, dayanıklılık, liderlik) ahlaki yargıda bulunmadan tanımlamak esastır. Bu tarafsız terminoloji, analizde propagandadan kaçınmadan bir anlam ifade etmeyeceği için ‘erkekliği’ olması gerektiği gibi değil de olduğu gibi; herhangi bir ifadeye üstünlük veya anlam ifade etmeden, geleneksel erkekliğin hem avantaj (liderliği veya korumayı teşvik etmek vb.) hem de dezavantajlarını (toksik davranışlar, katı roller) değerlendirmek gerekir. Bu da, elbette, çok disiplinli bir yaklaşımı gerektirir. Bu bakış açısı, cinsiyet rollerinin keyfi veya doğası gereği baskıcı olmaktan ziyade pratik, biyolojik ve sosyal ihtiyaçlardan ortaya çıktığını gören işlevselci bir bakış açısına değinir. Bu yaklaşım, özellikle tarihsel, evrimsel ve sosyolojik merceklerden bakıldığında, cinsiyet rollerinin zaman içinde nasıl gelişebileceğini anlamak için geçerli bir çerçevedir.

 

V. Eşitlik Çatışması: Mutlak Eşitlik ve Farklılıklarda Eşitlenme

Erkekler ve kadınlar (veya eril ve dişil özellikler) bir topluma benzersiz güçler getirir. Bu farklılıkları tanımak ve saygı göstermek daha uyumlu ve işlevsel bir toplumsal yapı yaratabilir. Mutlak eşitlik, aynılık olarak yorumlanırsa, her cinsiyetin benzersiz katkılarını ortadan kaldırma riski taşır. Bunun yerine, çeşitliliği vurgulamak, farklı rollere ve yeteneklere değer veren ancak katı hiyerarşiler empoze etmeyen daha ayrıntılı bir eşitlik anlayışına olanak tanır. Bu yaklaşım, adaletin bireyselliği veya toplumsal ihtiyaçları reddetmeden farklılıkları kabul ettiği eşitlik fikirleriyle örtüşmektedir.

Farklılıkların eşitliğine inanılan bir toplumda erkekler ve kadınlar, bunları klişelere indirgemeden, güçlü yönlerine göre iş birliği yaparlar. Liderlik ve ayrıcalık, eski gelenekler tarafından dayatılan değil, katkı yoluyla kazanılandır. Eşitlik, farklılıkları ortadan kaldırarak değil, farklılıkların değer görmesi ve saygı görmesi sağlanarak ölçülür. Bu nüanslı bakış açısı, ideolojik uçlara düşmeden cinsiyet rollerini tartışmak için bir çerçeve sunar ve geleneği ilerlemeyle dengeleyen bir toplum yaratır.

Sonuç olarak; tarım, lojistik ve madencilik gibi temel sektörler ağırlıklı olarak erkek olduğu sürece, toplumlar bir dereceye kadar ataerkilliği koruyacaktır. Bazı sektörler pratik nedenlerden dolayı erkek egemen olmaya devam edebilir ve bu, gönüllü tercihleri ​​ve yetenekleri yansıttığı sürece doğası gereği adaletsiz değildir. Bu sektörler, diğer tüm sektörler için gerekli hammaddeleri ve altyapıyı sağladıkları için toplumsal devamlılık için olmazsa olmazdır. Ekonomik istikrarın ve toplumsal gelişimin omurgasını oluştururlar. Ki zaten tarihsel süreç içerisinde de bahsi geçen sektörler erkek egemen olduğu için cinsiyete dayalı emek modellerini güçlendirmiştir. Bu, doğası gereği sorunlu değildir, çünkü bu roller toplumsal hayatta kalma için çok önemlidir ve biyolojik ve tarihsel faktörler nedeniyle genellikle daha fazla erkeği doğal olarak çeker. Erkeklerin belirli sektörlere hakim olduğu bir toplumda bile, kültürel ve kurumsal çerçeveler adaleti ve karşılıklı saygıyı teşvik edebilir ve güç dinamiklerinin baskıcı olmaktan ziyade işbirlikçi kalmasını sağlayabilir. Ancak modern toplumlar, gücün ve nüfuzun daha eşit bir şekilde dağıtıldığı, ancak asla mükemmel bir şekilde eşit olmayan daha esnek bir ataerkilliğe doğru ilerliyor. Gerçekten eşitlikçi bir toplum, temsilde mutlak eşitlik değil, katkıları değerlendirmede ve eşit fırsatları sağlamada adalet gerektirir. Güç dağılımının rollerdeki doğal ve gönüllü farklılıkları yansıttığı dengeli bir toplum için çabalamak hem gerçekçi hem de arzu edilirdir. Bu görüş ideolojik uçların tuzaklarından kaçınır; erkeklerin ve kadınların tüm sektörlere eşit şekilde katkıda bulunmasını talep etmez, toplumsal ihtiyaçların ve bireysel tercihlerin farklı olduğunu kabul eder. Katı bir ataerkillik fikrini reddeder, esnekliği ve kademeli evrimi vurgular.

 

VI. Sonuç

Erkekliğin keşfi, biyolojik temellerini göz ardı etmeyen veya onu yalnızca toplumsal yapıların alanıyla sınırlamayan nüanslı ve disiplinler arası bir yaklaşım gerektirir. Toplumsal yapılandırmacılık, cinsiyet rollerinin akışkanlığı ve değişkenliği hakkında değerli içgörüler sunarken, soyutlaması genellikle söylemi insan davranışını ve toplumsal örgütlenmeyi şekillendiren maddi gerçekliklerden ayırır. Bu deneme, kültürel materyalizmi entegre ederek, tarihsel, ekonomik ve çevresel faktörlerin erkekliğin ifadelerini şekillendirmek için hem biyolojik hem de kültürel unsurlarla nasıl etkileşime girdiğini vurgulamaktadır. Bu bütünleştirici bakış açısı, erkekliğin ne statik bir biyolojik kader ne de tamamen hayal edilmiş bir yapı olduğunu, doğa ve yetiştirmenin dinamik bir etkileşimi olduğunu vurgular. Böyle bir yaklaşım ideolojik katılıktan kaçınır ve daha dengeli bir anlayışı teşvik eder, erkekliğin tarihsel köklerini kabul ederken modern toplumsal ihtiyaçlara uyum sağlar.


Sonsöz

 

Çeşitli erkekliklerin değerini kabul etmek, kolektif iyiliği benimserken bireysel inisiyatifi onurlandıran toplumlar yaratmak için esastır. Bu yazı sosyal yapılandırmacılığın sınırlamalarını ele alıp daha geniş bir çerçeveyi savunmasıyla sadece yansıtıcı değil aynı zamanda yapıcı bir söyleme katkıda bulunmayı ve gelecekte cinsiyete ilişkin daha eşitlikçi ve kapsayıcı anlayışların önünü açmayı amaçlamaktadır.

Toplumsal cinsiyet söz konusu olduğu zaman durumun mevcudiyeti, sivil alanda bireysel çabanın ne kadar elzem olduğunu göstermektedir ki tam da bu yüzden yazının ana fikri toplumda eşit haklara sahip olunmasını ödevlerde eşit sorumluluklar almaya dayamaktadır. Toplumsal ödevlere ortak olarak eşit sorumluluklar almak illa ki bire bir aynı şeyi aynı derece yapmayı gerektirmediği gibi kendi kulvarında bireysel çabayı göstermek için gereken imkânların da toplum tarafından sağlanması elbet ki bir zorunluluktur.

Son olarak, bilim tarihinde ilk Nobel alan kadın olan Marie Skłodowska Curie aynı zamanda bu ödülü birden fazla alan ve bu iki ödülü de birbirinden farklı alanlarda alan tek kişidir. Kendisi bu ödülü kadın olduğu için almamıştır aynı şekilde kendisinin güçlü kadın olduğu iddiasında bulunmasına da gerek yoktur zira akıl ve mantık çerçevesi içerisinde aksini iddia etmek mümkün değildir. Büyüklük sizi varlığıyla şereflendirdiğinde, gururlu başlar onun ağırlığı altında eğilir, tevazu doğar ve siz onun zarafet olduğunu kabul edersiniz. Minnettar zihinlerin sahip olduğu güç budur.

 

Genel perspektifi anlamak ve geliştirmek adına yapılabilecek bir takım okumalar;

 

The Rise of Anthropological Theory (1968)

Cultural Materialism: The Struggle for a Science of Culture (1979)

Against the Grain (2017)

The Birth of the Gods and the Origins of Agriculture (1994)

Das Kapital (1867)

The Social Contract (1762)


[1] Yapısalcılık ile aynı anlama gelmemektedir.

Comments


Fikir ve görüşleriniz için...

Gönderiminiz için teşekkürler!

İnsan, anılarda yaşar.

bottom of page